1542 Kişinin Katili Kim? 14-17 yaşında 14 kişi, 18-20 yaşında 54 kişi, 21-25 yaşında 115 kişi, 26-30 yaşında 138 kişi, 31,35 yaşında 160 kişi, 36,40 yaşında 204 kişi, 41-45 yaşında 235 kişi, 46-50 yaşında 211 kişi, 51-55 yaşında 183 kişi…
1497 erkek, 46 kadın, 1542 Kişinin Katili Kim?
İçindekiler
SGK İstatistiklerine göre;
İstanbul’da 301,
Ankara’da 123,
İzmir’de 82,
Kocaeli’de 64,
Bursa’da 61,
Antalya’da 53,
Adana’da 47 iş cinayetinin katili kim?
14-17 yaşında 14 kişi, 18-20 yaşında 54 kişi, 21-25 yaşında 115 kişi, 26-30 yaşında 138 kişi, 31,35 yaşında 160 kişi, 36,40 yaşında 204 kişi, 41-45 yaşında 235 kişi, 46-50 yaşında 211 kişi, 51-55 yaşında 183 kişinin katili kim?
2018 yılında, maden, inşaat, imalat işlerinde 466 can, operatör ve montajcı 329 can, metal işleme, el sanatlarında 177 can, hizmet ve satış işlerinde 103 can, 177 sanatkarın katili kim?
1542 çalışan bile bile kendi sorumsuzluğu nedeniyle İNTİHAR MI ETMİŞTİR?
1542 çalışanın katili, sorumluluğunu yerine getirmeyen İŞVEREN MİDİR?
1542 çalışanın katili, sorumluluğunu yerine getirmeyen DEVLET’ MİDİR?
1542 çalışan bile bile kendi sorumsuzluğu nedeniyle İNTİHAR MI ETMİŞTİR?
Çalışan açısından bakıldığından, işsiz kalma korkusu, iş güvenliğini iki şekilde etkileyebilir. İlk etki, çalışanların işsiz kalma korkusu nedeniyle, güvenliksiz koşullarda yasal korumanın dışında çalışmak zorunda kalmalarıdır. İkinci etki ise, yine aynı korku nedeniyle çalışanların psikolojik baskı hissederek daha dikkatsiz, yoğun ve hızlı çalışmalarıdır. İşsiz kalma korkusu her iki durumda da iş kazalarının artmasına neden olur.
Başka bir deyişle, herhangi bir iş bulma olanağı olmayan kişiler, mevcut olumsuz çalışma koşullarını iyileştirme yönünde bir güce sahip değilse, karşısında iki seçenek vardır. Birinci seçenek, iş kazası riskini kabul ederek mevcut çalışma koşullarına razı olmaktır. Bu seçenek kişinin ve ailesinin açlığını ortadan kaldırmakta, ama güvensiz koşullar nedeniyle hastalık ve ölüm riskini barındırmaktadır. İkinci seçenek ise, o işyerinde çalışmamaktır. Bu seçenek kişi ve ailesi açısından açlıkla karşı karşıya kalmak anlamına gelmektedir. Çünkü emek gelirinden başka geliri olmayan kişiler için çalışmak bir zorunluluktur.
Sonuç olarak, kişiler ölümle sonuçlanabilecek bir iş kazası yaşama ihtimaline karşılık, işsiz kalarak açlıkla mücadele etme arasında ikilem yaşamaktadır. Dolayısıyla mevcut işsizliğin olağanüstü yüksek olduğu mevcut durumda SUÇU ÇALIŞANA atmak demek doğru olmaz.
1542 çalışanın katili, sorumluluğunu yerine getirmeyen İŞVEREN MİDİR?
İşverenin iş sağlığı ve güvenliği hükümlerine birer maliyet kalemi olarak bakma anlayışı devam ederken, maliyet kaygısına insan yaşamı feda edilmektedir.
Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı romanını çoğumuz okumuşuzdur. Hikayede kısaca; yapılan iş dolayısıyla oluşan ve işverenin bakım sorumluluğunda olan hastalığın, işveren tarafından üstlenilmemesi nedeniyle; hastalığıyla baş başa kalan çalışanın, bakımsızlıkla gelen ölümü, çevresi ve yönetim tarafından “alınyazısı” ve “Allah’ın emri” gibi kabul edici bir yaklaşımla karşılanır.
Bu hikâyeden yola çıkarak, kişilerin başlarına gelen herhangi bir iş güvenliği sorununun, hatta ölümle sonuçlanan bir durumun bile tedbir ve önlemlerden ziyade kader ile ifade edildiği, edilgen bir yaklaşımla bu durumu kabul etme yolunun seçildiği ya da seçmek zorunda kalındığı anlaşılmaktadır. Söz konusu durum maalesef günümüzde de geçerlidir.
İş kazaları ve meslek hastalıkları “kader” değildir. İş kazalarını ve meslek hastalıklarını “işin gereği” olarak görmek anlayışı sadece yeni “iş cinayetlerine” davetiye çıkartır
İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Çalışanın iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.
İşveren, önleme, koruma, tahliye, yangınla mücadele, ilk yardım ve benzeri konularda uygun donanıma sahip ve bu konularda eğitimli yeterli sayıda kişiyi görevlendirir, araç ve gereçleri sağlayarak eğitim ve tatbikatları yaptırır ve ekiplerin her zaman hazır bulunmalarını sağlar. Özellikle ilk yardım, acil tıbbi müdahale, kurtarma ve yangınla mücadele konularında, iş yeri dışındaki kuruluşlarla irtibatı sağlayacak gerekli düzenlemeleri yapar.
1542 çalışanın katili, sorumluluğunu yerine getirmeyen DEVLET’ MİDİR?
Devletin yetkili mercileri, “kanunu çıkarttım, görevimi yaptım” anlayışını bir an evvel terk etmeli, denetleme ve yaptırım mekanizmasını acilen uygulamaya koymalıdır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün sosyal ve ekonomik güvenliği artırma stratejisi , güvenliğinin 7 temel boyutuna odaklanmıştır;
- İş piyasası güvencesi: Devlet güvencesinde, tam istihdam yoluyla uygun istihdam olanaklarının sağlanması…
Ülkemizde yaşanan özelleştirmeler ve taşeronlaşmalar ile, devlet iş güvencesini koruyamaz duruma gelmiş, çalışanlar her an çıkarılma psikolojisiyle baş başa bırakılmıştır. - İstihdam güvencesi: Keyfi işten çıkarmaya karşı koruma, işe alma ve işten çıkarma ile ilgili düzenlemeler, mali yükün işverence karşılanması
Gerekli yasal düzenlemelerin eksikliği ile özellikle 45-55 yaş aralığındaki çalışanlar üzerinde yaşanan baskı sonucu istihdam güvencesinden söz etmek maalesef mümkün değil. - İş güvencesi: Kişinin mesleğinin, beceri alanının veya kariyerinin korunması, beceri alanı dışında ya da beceride eriştiği yetkinlik düzeyi altında çalıştırmaya ve kısıtlayıcı iş uygulamalarına karşı koruma ve iş deneyiminin korunması,
Türkiye’de belli bir kesim hariç, iş güvencesinden söz etmek neredeyse imkansız… - Beceri geliştirme güvencesi: Çıraklık ve iş eğitimi yoluyla, yaygın beceri kazanma ve sürdürme olanağı.
Türkiye’nin en önemli ayağını oluşturan beceri geliştirme güvencesi, özellikle çıraklık alanında yüksek sıralamalar oluşturmuş olmasına rağmen, eğitimlerde Avrupa ortalamasının çok altındayız. - Çalışma güvenliği: Tüm işçiler için işyerinde sağlık ve güvenlik düzenlemeleri, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, uygun olmayan saatlerde çalışma ve gece işinin kısıtlanması yoluyla kaza ve hastalıklardan koruma
Dünyada ilk 3, Avrupa’da yıllardır liderliği elinde bulunduran ülkemizde çalışma güvenliğinden söz etmek neredeyse imkansız. - Temsil güvencesi: Devletin işleyişine ekonomik ve politik olarak katılmış, grev hakkı da olan bağımsız sendikalar, işveren örgütleri ile iş piyasasında ortak sesin varlığının korunması.
Her ne kadar, örgütlenme son yıllarda yukarı doğru ivme kazansa da Avrupa ortalamasının oldukça altında kalan ülkemizde temsil güvencesi yetersizdir. - Gelir güvencesi: Asgari ücret, ücret ayarlamaları, kapsamlı sosyal güvence, vergilerin gelire göre ayarlanması ile gelirin korunması.
Asgari ücretin gelir dağılımına oranına göre olağanüstü düşük seviyeler izlemesi ve çalışan nüfusun yarısının asgari ücret ve altına çalışması gelir güvencesini ETKİSİZ kılmaktadır.
Maslow’a göre, insanlar gereksinmeleri doğrultusunda hareket ederler. Bu gereksinmeler de birbirini izleyen beş basamakta sınıflandırılabilir;
* Fizyolojik gereksinmelerin (yeme, içme, barınma, sağlık vb) karşılanması,
* Kazanımların güvence altına alınması,
* Sevgi gereksinmesinin karşılanması,
* Saygınlık görme gereksinmesinin karşılanması,
* Kendi kendini gerçekleştirme (nitelikleri, özlemleri doğrultusunda hareket etme).
Bunların her biri birer basamağı ve birleşerek de merdiveni oluşturmaktadır. Merdivenin basamakları birer birer çıkılmakta ve sonradan da olsa alttaki bir basamağın çekilmesi, tüm yaşamı allak bullak etmekte; kişiyi “gereksinme duyulan” basamağa döndürmektedir.
Çalışma ortamının çalışanın sağlığını tehdit etmeyecek şekilde var edilmesinin işveren açısından bir yükümlülük haline gelmesi, bu yükümlülüğe aykırı davranmanın hukuki ve cezai yaptırımlara bağlanması ve uygulanması elzemdir.
Sonuç olarak; insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını tehdit eden ve çoğu kez karşımıza kazalar ve meslek hastalıkları olarak çıkan tehlikelerden insanları korumak, zararlı unsurları ortadan kaldırmak veya en alt düzeye indirmek, tehditlerin zamanında tespit edilmesini sağlamak, önlenmesi mümkün olmayan durumların kötü sonuçlarının en aza indirilmesi için çaba göstermek, kısacası daha güvenli bir çalışma ortamı sağlamak İŞVERENİN görevi, denetlemek DEVLET’in sorumluluğundadır.
Sözün özü; 1542 canın yitirilmesinde İŞVEREN ve DEVLET’in rolü aynı ağırlıktadır.
İşveren ve devlet kader anlayışından kurtularak görevlerini yerine getirecek ki, çalışana huzurlu bir çalışma ortamı sağlanabilsin.
12Yorumlar